2 Haz 2010

Sol Gösteren Sağduyu

Zor zamanlar yaşadığımız şu son günlerde beni hem şaşırtan hem de sevindiren bir sürü polemiğe şahit olmamdan mütevellit yazmak ihtiyacı hissettim.

Birkaç gündür bir sürü duyguyu bir arada yaşamaktan dengelerim biraz şaşmış durumda. Zira birdenbire “sağduyulu öfke”den “sağduyulu şaşkınlığa”, oradan “sağduyulu paniğe”, sonrasında bütün tamlananları atıp sadece “sağduyu”ya geçmeye ve orada kalabilmeye çalışmak insanı yormakta.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki benim öfkem çarşaf ya da frak giymiyor. Hiçbir etnik kökeni yok, ülkesi yok, bayrağı yok, dini yok, fraksiyonu yok. Öfkem kanunsuzluğa, özgürlüklerin taciz edilmesine, insanların zaafları kullanılarak maşa yapılmasına, herhangi bir insanın herhangi bir mazeret arkasına sığınarak başka bir insanın yaşamına son vermeyi ya da onu incitmeyi kendinde hak görebilmesine, alet olunan oyunlara ve bu oyunlara alet olunmasına, bütün bunlara duyarsız kalınmasına, olaylara net görülmesini sağlayacak açılardan değil de, en kör noktadan bakılmasınadır.

Kendi ülkesinde başka ülkelerin bayraklarını alıp sokaklara dökülenleredir. “Savaş” ve “soykırım” denen şeyleri sadece filmlerden izlediğinde “Ah! Vah!” diyen, fakat en ufak bir krizde kendi sempatisine uzak olanın etkin etnik kimliğine yönelik “katledelim gitsin” şeklinde yaklaşabilenleredir. Saygınlığın sadece “topla-tüfekle” kazanılabileceğini düşünenleredir. Kolaycılaradır.

Bırakın herşeyin yolunda gittiği düşünülen zamanları, ülkesinde yer yerinden oynarken bile, teknoloji ve bilişimin kendisini böylesine cömertçe önümüze serdiği bu çağda hiçbirşeyden haberi olmayan, sokaklarda dolaşıp gününü gün eden, hepsi “bir örnek” gençleredir. İş lafa gelince taş üstünde taş bırakmayan, eyleme gelince ortadan kaybolanlaradır. Hiçbir konuda fikir sahibi olmayan, araştırmayan, sorgulamayan, kendisine dayatılana körü-körüne inanıp bağlananlaradır.

Benim şaşkınlığım; son günlerdeki krizin hala İsrail-Türkiye, Müslüman-Musevi sorunu olarak değerlendirilmesine, kimliklendirilmesine, başkalarının “öteki”leştirilmesinedir. Hala provokasyonlara bu kadar çabuk kapılabilmemizedir. Ne Batı ne de Ortadoğu ile olan ilişkilerimizi bu kadar zaman bir türlü denge zeminine oturtamayan, yalpalayan diplomasiden dolayıdır.

Benim paniğim; Yanlı-yönlü şekillenen öfkeler, yanlış davranış biçimlerine dönüşür, yapıcı değil yıkıcı olur diyedir. Duyulması olası pişmanlıklardan dolayıdır.

Bana gına getiren ve artık duyduğumda kusmak istediğim şeyler protestolardaki tekbirlerdir. “Bilmem neredeki müslüman din kardeşlerimiz...” söylemleridir.
Çünkü benim sağduyum der ki; kendi ülkemdeki ya da dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir haksızlığa, adaletsizliğe, ya da can kaybına tepki vermem için onun benim ülkemden, sınıfımdan ya da dinimden olmasına ihtiyacım yoktur. Bence bir insan, kendisini başkalarıyla çatışma içine sokması olası topluluklara ait olmadan da dünyaya ve insanlara karşı duyarlıysa, onları böyle sevebiliyorsa; o zaman dünyayı sevme biçimi de doğrudur, vatanını sevme biçimi de, diğer insanları ve kendisini sevme biçimi de.


Herkese sağduyulu günler diliyorum.


Ek: İnsanlara zarar verilmesine; özgürlüklerinin ellerinden alınmasına, sömürülmesine, öldürülmesine ne aynı kıtayı, ne aynı ülkeyi, ne aynı dini paylaştığımız için değil de, sadece "insan" olduğumuz için;
ne türk, ne israilli, ne filistinli, ne amerikan, ne fransız, ne müslüman, ne yahudi, ne hıristiyan, ne sağcı, ne solcu, ne fabrikatör, ne işçi olduğumuz için değil de; sadece "hümanist" olduğumuz için karşı çıkmamızı o kadar çok isterdim ki...

O zaman ne bütün bunlara tepki gösterirken birbirimizle çatışmamıza, ne tekbire, ne de elimizde sallanan bayraklara ihtiyacımız olurdu.
İşte o zaman gerçek ve samimi bir tepki olurdu bu.
İşte o zaman hepimiz gerçekten "bir" olurduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder