28 Eki 2009

Teselli

Acıyla olgunlaşan ruhlarımızın ve bedenlerimizin herşeyi olduğu gibi kabullenip acı çekmekten kurtulacağını düşünürüz hep. Yani demek istediğim,genel yargı bu yöndedir. Ve "keşke yapabilsem" deriz. "Keşke herşeyi olduğu gibi kabul edebilsem, şikayet etmesem, memnuniyetsiz olmasam, herşey yolunda olsa ve acılara gark ettiğim ruhum ve bedenim huzur bulsa"...ve...ve...vesaire...

Oysa bilmek gerekir bunun bir ütopya olduğunu. Kabullenip bir kenara çekildiğimiz, sorgulamayı, ne kadar çok sorgularsak o kadar acımayı, acıtmayı bıraktığımız gün aslında herşeyin bittiği gün olacaktır.

Şu anda yaşadığın şey ve sana hissettirdikleri herneyse, tüm bunlar senin dünyaya çığlıkların, varlığının ispatıdır.
İşte tam da bu noktada sen aslında birşeyin parçası oluyorsun: "Hayatın" .

Unutma... Tüm bu yaşadıklarını, acılarını sımsıkı tut. Çünkü onlar senin geçmişin olacak. Tarihini sahiplenmeyen bir insanın geleceği kapkaranlık olur.
Tuttun mu? Şimdi bu elinde tuttuklarına çok iyi bak. Onlar senin her düştüğünde daha güçlü ayağa kalkmanı sağlayacak...


Kabullendiğin gün silindiğin gün olacaktır...
Sakın vazgeçme savaşmaktan...

İzler bırakıyorsun dünyaya, varlığına, yaşadığına dair...
Vazgeçmek sadece ölüler içindir...

29 Eyl 2009

Taş

İçime bir taş attım
ve sonra durup bekledim çarptığı yerden yankılanıp bana dönmesini taşın sesinin.
Bekledim...
Bekledim...
Zamanın durduğu, herşeyin donduğu bu bekleyişte hep sandım ki attığım o taş ha çarptı, ha çarpacak bir yerlere,
sonra ben o sesten bulacağım taşın nereye çarptığını, bulacağım içimde nereye yolculuk yapacağımı.
Ne taş döndü bana
ne de sesi.
İşte o zaman anladım:
Boyuna bölüne bölüne öyle derinleşmiş ki içim, sonsuz bir bekleyişe kendimi mahkum etmişim...



09.09.2009

Kalan

Birazdan olmayacaksın bu şehirde... Asla duymayacak kalp atışlarını bu şehir artık. Bir sürü yaşanmışlığı ve beni burada bırakıp “yeni bir hayat” a başlayacaksın. Ben bu sabah attım kendimi sokaklara ve kayboldum. O parkta buldum kendimi sonra. Üzerimde en mutlu günlerimizde “börülce ağacı” diye beni kandırıp eğlendiğin ağacın aynısı, karşımda o çocuğu salladığımız salıncak, bir zamanlar fotoğrafını çektiğin o bankta oturdum, ağladım... Bir çöpçü vardı bir de yürüyüş yapan teyze. Herşeyi kabullendikleri hayatlarına bir itiraz, bir karşı koyuşmuşum gibi baktılar bana... Tutup yanıma oturtmak, anlatmak istedim, yapamadım... Kafamda her zamanki gibi kelimeler, kelimeler ve sen... Sanırım aslında sizinle yapayalnızdım...
İçimde düşündükçe sürekli büyüyen bir boşluk, boşluğun içinde acı, acımın bir yanında yaşanamamışlıklar, diğer yanında asla yaşanamayacaklar... O kadar pişmanım ki bunca zaman söyleyemediklerim için... Yapamadıklarım için... Bildiklerimi asla bilmeyeceğin için... Hayatımda ilk defa “kalan” olduğum için...
En iyi yaptığım şeyi yapamıyorum: Süslü cümleler yazamıyorum şu anda. Yapayalnızım artık bu şehirde, çok korkuyorum. Sürekli ağlayan, şikayet eden, umutsuz ve mutsuz bir kadın olmaktan çok korkuyorum... Başkasını sevememekten, hep seni hatırlamaktan, seninle günün birinde yolda karşılaşma ihtimalinden ve birbirimizi gördüğümüz halde kafamızı başka yöne çevirmemizden çok korkuyorum...
Yazamamaktan çok korkuyorum.

Şimdi sen gittin mi bu şehirden?
Şimdi hepsi bitti mi?
Şimdi ben cansız mıyım, öldüm mü artık?


18.09.2009

24 Ağu 2009

Diyordu Kadın

Yere bakarsın... Farkedilmek istemediğinde yaptığın en iyi şeydir yere bakmak. Adımları izler, başka yaşamlara imrenir, kendini onların yerine koyarsın.

Evinin salonunda üzerine kavanoz kapatılmış bir kertenkele ölüsüdür şimdi mutsuzluk. Plastik bir yaşamın “kırılmaz” garantisiyle tüm olası felaketlere kucak açarsın.

Yere bakarsın... Ayaklarının altından kayışını izler, geçmiş zamanlarını düşünür, kendini oraya koyarsın.

Gittiğin yerle olmak istediğin yer arasındaki boşlukta süzülür, vardığın yerle hiç olmadığın yerler arasındaki boşlukları doldurur, susarsın bir sonraki yolculuğuna kadar. Bazen sustuğunda anlamlanır kelimeler, o kadar ki: Yere bakarlar... Farkedilmemek için.

En şiddetli teslimiyet anını düşünürsün: Kendini birine en hesapsızca sunuşunu. Evinin salonunda gezinen hayaletlerdir şimdi mutsuzluk. Geçmiş yaşamların “şeffaftır” garantisiyle dönüp içine bakarsın. İçin yerdedir, yerde ararsın. Almaya eğilir, kelimelere rastlarsın:

“Ah! Bir iyi olsam!”

24 Tem 2009

Bir zaman, iki zaman, üç zaman, dört zaman...
Gel zaman, git zaman, kal zaman...
Dönüp durur beynimin içinde bu cümleler her zaman...



24.07.09

22 Tem 2009

3, 2, 1, 0!

Bu defa korkum benim göze aldığım bir serüvenin değil, gafil avlandığım bir serüvenin ucu açık cümlelerini seriyor önüme. Derken şartlı bir cümle oluveriyor sonumuzu özetleyen hatamın tarifi: Ya ben kendi kendime konuşurken, senin kayıtsızlığına kızmışsam?! Üzerimizden geçecek olan, bulutlarını itinayla yarattığım paradoks, bir öfke fırtınasına dönüşmüş. Ortaklığımız ortalıkta toz-duman... Yüklenemeyeceğim ya da sürdüremeyeceğim bir masalı yaşamaya kalkıştığımı farkettiğimde hep yaptığım gibi kaçarım ben –masalın neresinde olduğumuzun pek önemi yoktur- ütopyamdan: Kendimden, senden. Oysa gelecek için biraz gerçek biriktirmeliydim gitmeden önce.
Akıl dediğin bir b*ka yaramazdı zeka olmadan. Zeka dediğinse doğru kullanılmadığında en tesirsiz enstrümandı. Bir toplu iğneden bile harika bir silah yaratabilecekken bir zamanlar, söz konusu sen olduğunda iki elimde de birer uzi, havaya ateş ettim durdum. Kuşlar yağdı üzerimize çeşitli yerlerinden yaralı... Sen iki tanesini alıp iyileştirmeye çabalarken, diğerleri öldü. Oysa daha hesaplayamamıştın bile hangilerine haksızlık ettiğini; elindekilere mi, yerdekilere mi? Önümde boylu boyunca bir yol, yolda enine kuş cesetleri. Adım bile atamıyordum artık sana doğru. Yaşadığımız an uzun süren bir baygınlık sonrasıymışçasına başım dönüyordu. Son kez gözlerine baktım... Bana dedin ki:
“3 damla kan elimden yere aktı... Aldığım 2 güvercin elimden yere düştü... İçlerinden 1’i son kez kanat çırptı... Ben şimdi özgürüm... Ben şimdi “yok” um, ben şimdi “hiç” im... 0’ım ben şimdi...”

15.06.09

1, 2, 3!

Pazar, Pazartesi, Salı.
1, 2, 3... Heyecanlı olmalısın.

Canım çok acıyorken bir oyun buldum tesadüfen: Zaten olmuş olan ve aksine inanmak istediğin ya da henüz olmamış olan ve olmasını istediğin birşeyi içinden tekrarlıyorsun yoğunlaşarak, defalarca. Ancak bu şekilde uyuyabildim. Kafamı kollarımın arasına aldım ve içimden söyledim tekrar, tekrar, tekrar, tekrar, tekrar...
Gittim, Soulstuff dinledim. İçtim. Bitkin düşene kadar dans ettim. Uyandığımda bir araya geldiğinde hiçbir mana teşkil etmeyen kelimeler vardı yanıbaşımda. Hatırlamam zaman aldı. Hatırladığımdaysa saptadım ki;
Hançeri önce kendime batırırım keskinliğini test etmek için. Yeterince derine giriyorsa, yeterince acıtıyorsa tamamdır. O nedenle ulaşmaması mümkün değildir hedefe, bilmelisiniz.
“Sen” ve “Ben”im baş harflerimiz büyük yazılırken bir zamanlar, şimdi “O” derken büyük konuşuyorsak bir bildiğimiz vardır, merak etmeyiniz.

1, 2, 3... Bir yolcuyu karşılarken sarılmalısın, etine geçmeli tırnakların. Kodlamalısın kokusunu beynine, hafıza nankördür.

Dört belgesel izledim. Biri kapitalizm (globalizm dediğiniz b*kçuvalı: slavery via one world order), diğeri bizden sonra kurtların, kuşların, binaların, köprülerin halleri nice olur (insan nesli bir anda dünyadan yok olursa, beşyüz yıl sonrasında bütün bu ihtişamlı yapılarımızdan hiç biri doğaya meydan okuyamayacak. Bundan yüzyıllar önce yapılmış Giza Piramit’i ve Çin Seddi hariç, ne ironik) konuluydu. Diğer ikisi de aşk (limbik beynimi aldırmak istiyorum) hakkındaydı.

1, 2, 3... Sonra birşeyler yemelisiniz. Bence makarna yersiniz, ya da pizza... Dondurma ve cheesecake de iyi gider üstüne.

Yorulmalıyım, çok yorulmalıyım. Koşarken düşündüklerimi yüzerken unutmalıyım. Rüyamda birileri beni zehirlemeye çalışıyordu. Tabanlarım yanıyordu, yaslandığım trabzanlar yıkılıyordu. İki adamı aşağıya attım dördüncü kattan, ki zaten burunları kanıyordu. Bir tanesini bir deli karşıladı dans ederek.

1, 2, 3... Kendi kendilerini, bir sevgiliyi, bir kenti terkeden insanlar çok mutlu olmak zorundalar. Olmalısınız...


14.06.09

Eldivenler

Zoraki gidilen randevular
korkumun eldivenleri
Siz beni istiyorsunuz,
ya ben?
İstemeli(mi)yim sizi mutlak suretle
ve suretsizce...
Biri yanağıma dokunacak diye ölüyorum korkudan
her seferinde,
ya da saçıma,
elime...
Korktuğum gibi olmuyor hiçbir tensel temas artık,
büyüyorum kendi içimde
bir yumak gibi...
Sonra
eve dönüş zili çalıyor,
sonra kaldırımlar,
sonra tanıdık binalar
içi-dışı insanlar tanımadığım...
Dişlerimle çıkarıyorum parmaklarımdan tek tek
eve döndüğümde.
Koyuyorum bir kenara
tekrar giymek üzere...


03.02.09

Kabus

Gece... Gece... Gece...

Kuaförümdeyim. Saçlarım yapılıyor. O gece yeni bir yıla girecekmişiz ama bu yıl değilmiş. İstediğim gibi olmuyor saçlarım, ağlamaya başlıyorum. Kapı çalınıyor,bir müşteri olsa gerek... O giriyor içeri, aynadan görüyorum. Ben ağlıyorum hala... Ağladıkça saçım düzelmeye başlıyor, beğenmeye başlıyorum. O koltukta oturmuş gazete okuyor, aynamdan görünüyor. Beni almaya gelecek biri var. O biri beni böyle ağlamış görmesin istiyorum, makyajımı düzeltmeye çalışıyorum ama onun olduğu aynada yapmaya çalıştıkça gözyaşlarım akmaya devam ediyor, yapamıyorum bir türlü. Başka bir aynaya geçiyorum, o yer değiştirip gelip o aynanın görüş alanına giriyor. Sinirleniyorum. "Git" diyorum ama kendi sesimi duyamıyorum bir türlü. "Git" dediğimden eminim ama sesim çıkmıyor. Tekrar tekrar söylüyorum ama yok... Sesim yok... Etrafa bakınıyorum, kimse oralı değil. Gözyaşlarım durmuyor, sesim yok... Bağırmaya çalışırken uyanıyorum, yastığım sırılsıklam...
Artık bütün uykulardan dönüş rotam aynı...
Kan-ter içinde uyandığım kabuslar kadar gerçek olabilir ancak taze, pürüzsüz, el değmemiş bir sabaha uyanmak artık. Geçmiş zaman kiplerinde yitirdiğim eski bir dostu aramak ne kadar anlamsızsa, o kadar anlamsızdır herşeyin eskisi gibi olabileceğini ummak. O hep orada olacaktır, ben hep burada ama geçen zaman bizi öyle değiştirecektir ki bir sonraki karşılaşmamızda tanınmayacak halde olacağımızdan, bu defa aynı yoldan yanyana yürüyüp, geçip giden iki yabancı olarak kalmak değiştirilemez bir kaderin kaçınılamaz bir oyunudur ikimize.
Ruhumuzun en esaslı parçası bu eylemsizlik içinde hapsolurken ancak diğer parçalarını yanımızda taşıyabileceğizdir sebeplerin sonuç değil, sonuçların sebep olduğu o yolda yürürken...

Derim kalınlaştıkça ruhum yaralanıyor, delik-deşik...

05.02.09

Sana Sarsılmak

Şiddetli depremlerle sarsılmış durmuş içimin duvarları. Şimdi o duvarlardan birinin gölgesinde oturmuş hasar tespiti yaparken, özlediğim o sarsıntı anlarının artık ne kadar da uzak olduğunu farkediyorum... Unutulmaya yüz tutmuş yüzler aklımdayken, eğim ölçüyorum...

Eskiden hatırlamamak için didinip dururken, hırpalarken kendimi, şimdi nasıl zorluyorum bilemezsin unutmamak için...

Yine geldi geçen gün. Sabaha birkaç saat kalmış, hava aydınlanacak neredeyse... Salondayım... Kapı açıldı, yarı çıplaktı... Alt dudağını bükmüştü, "özledim" dedi... Elimden tutup yatağa götürdü beni. Sarılıp uyuduk... "Uyandığımda gitmiş olmalısın" dedim, uyandım, yoktu...

Ah hiç olmasaydı keşke...


23.02.09

Durdur Bakalım

Kadın duruyordu hikayenin aynasında... Aynısının karşısında... Düşlerinden ödünç, düştüğü yanılgıları düşünüp düşerken bir daha, bir daha; onlardan ayrı kalmakla morarmış halkalar arasında gidip geliyordu zihninin geometrisi... Kaç zamandır düş görmüyordu etrafta dolanan, saymamıştı o ana kadar. Şimdi bir mevsim daha, şimdi bir bulut daha, şimdi esen bir rüzgarla yanıbaşına gelmiş bir koku daha terkediyordu onu. Terkedilmek bir delilik haliydi, katsayısı çift haneli rakamlarla ifade edilen, üçer-beşer bir aceleyle hesaplanan.
Boynundaki kolyeyi çıkarıp aks’ine verdi, bir eliyle geçip giden mevsimi tuttu, bir gözüyle geçip giden buluta baktı, buluttan bir damla yaş yanağına aktı. Tam içine çekecekti, kokuyu duydu...
Yanında bir ev yanıyordu, bir an önce çıkmalıydı yanındaki evden. İsli-dumanlı bir büyük şehir sabahına uyanacaktı tanıdığı tüm küçük insanlar az sonra... Ve bir kadın sokağa karışacaktı geride bıraktıklarının cesetleri yollara dikey, onları omuzlayarak bir başka yaşamın paraleline doğru...

28.04.09

Yalnız Musiki

Umudumun peşinde kapılmış,
cAPS LOCK > BRITISH SEA POWER, NO NEED TO CRY DESİN.
soluk soluğa yürürken kaldırımdaki çizgilere basmamak devinimlerinde hapis, bir ses duydum beni durdurmak istercesine şiddetli. “Yalan!” diyordu... Bütün bu iyi niyetler yalan!... Herşey kafanda kurduğun “pembe hayaller yalanı" ndan ibaret güzelim, bütün dünyanı bunun üzerine kurmuşsun, yıkılma vakti geldi, vOICE EFFECT: nihoho.
cAPS LOCK > AH! COLDPLAY, THE SCIENTIST ÇALSIN ÇOK RECA EDİYORUM KÜÇÜK BEY; NOBODY SAID IT WAS EASY, IT'S SUCH A SHAME FOR US TO PART...
Adımlarım yavaşlarken sarsıntılar başladı beynimin odalarında... ("Oda" demişken, eski bir dosta ahkam kestiğim günler gelir aklıma: "Biz aslında kimseyi kimsenin yerine sevmiyoruz. düşün şimdi, böyle kalbimiz -mecazi anlamda ama- sonsuz sayıda odadan oluşan bir otel olsun. Biz her biten "aşk" tan sonra -ya da aşk yanılgısı- o kişiye verdiğimiz odayı sonsuza kadar kilitliyoruz. Anahtarı sadece bizde mevcut ve arada
cAPS LOCK > BURADA SCORPIONS, STILL LOVIN' YOU ÇALSIN, ÇOK KARARLIYIM BU KONUDA.
-ki bu "ara" lar gittikçe azalmak kaidesiyle- girip bakmak suretiyle o odayı ona bir nevi sonsuza -ne çok "sonsuz" kelimesi kullandım paniğindeyim- kadar rezerve etmiş oluyoruz. Sonra her yeni misafire yeni bir oda veriyoruz, tertemiz, el değmemiş çarşaflara, banyoya, mini bara.")
Yıkılırken duvarlar, önce eşyalar sonra birbirleri üzerine; kulaklarım uğulduyordu bu aldanı depreminin şiddetiyle. Sahi ya, ölçeği neydi?
cAPS LOCK > VE ADELE, CHASING PAVEMENTS ÇALSIN TAM DA BU NOKTADA; ŞUD AY GİV AP OR ŞUD AY CAST KİP ÇEYZİN PEVMINTS...
Ben işte o sesi duyduktan sonra bıraktım inanmayı.
Titrek bir ampulun ışığıydı şimdi hayat benim için. O aydınlatmaya çalışıyordu sürekli düşen voltaja rağmen, ben aydınlanmaya. Işık her titrediğinde korkuyordum; söndü, sönecek diye.
cAPS LOCK >THE BEATLES, I'M SO TIRED ÇALABİLİR, MAKULDUR: I WONDER SHOULD I GET UP AND FIX MYSELF A DRINK... (Gurur yapılıp uzun zamandır dokunulmayan şişeye dokunmayı meşru kılmakta. Dört Efes arkası "çok yeni" eski sevgiliden kalma Baileys' i tüketmek için çok uygun bir zaman sanırım. Her ne kadar sonrasında NO, NO NOO! dense de, ben onu duymamışım :p Ah minel! Şişeden içerken görmüşler seni!)
cAPS LOCK > VE ŞİMDİ PERSONAL JESUS ZAMANI, BEN DEPECHE MODE'DAN DİNLEMEKTEYİM, OKUYUCUYU YORUMCU TERCİHİ KONUSUNDA ÖZGÜR BIRAKIYORUM...
Yıkılmış odaların, duvarların hayaletleri arasında yürüyorum şimdi. Bir iz, bir yüz, bir söz bulabilmek için geçmiş zamanlı yalanların gerçekliğini ispatlamak adına kendime. O da ne, bir fotoğraf mı? Diplerim gelmiş, bir bunu anlıyorum, bir de elimdeki mochayı dayamışım objektife yanımdakinin gerçekliğini inkar edercesine, şimdi kokusunu özlediğim o değil mi;? Ne yanılgı...
cAPS LOCK > FIONA APPLE YUKARIDAKİNE BENİM ADIMA SESLENSİN TAM DA ŞİMDİ: PLEASE SEND ME SOMEONE TO LOVE! -Kesin tanrı da Amerikan hayranı. İngilizce söyleyince daha etkili olur (mu acaba?!).-
Her yer toz duman, otelleri oluşturan odalar yıkıldı. Benim otel bir virane şimdi. Şu günlerde ana haber bültenleri tarafından hafızama dayatılan Rus asıllı Azeri iş adamına bir yatırım önerisi sunmayı düşünmekle, kendi sermayemle küllerimden doğmak arasında gidip gelmekte zihnimim sol anahtarı, bemolleri, diyezleri... Yeni bir imar projesi düşünüyorum kredi alarak muhtelif bankalardan. Tam da burada;
cAPS LOCK > FRANK SINATRA, I DID IT MY WAY DİYE BAĞIRMAKTA...
Neyse ne?! Yazınca rehabilite oldum nihayetinde. Herkes anladı bunu yazmaktaki asıl derdimi değil mi;
cAPS LOCK > FEIST, ADIMA KONUŞABİLİR O ZAMAN, SO SORRY: WE DON'T NEED TO SAY GOODBYE, WE DON'T NEED TO FIGHT AND CRY, WE COULD HOLD EACHOTHER TIGHT, TONIGT...

Okuyan, dinleyen herkese,
Klavyemde inatla takılan "h" tuşuna,
En çok da Frank'e sonsuz sevgiler, saygılar.


N.

(Sonra mı? Sonrasında Garry Moore'a sardırdım. Ah şimdi Paris'te olmak vardı. "Parisienne Walkways" uyutsun bizi).


ps. Beni bi bitki, bi de swarovski taşlı kelebek kolyesi olan cookie annesi yaptın. Sen salaksan ben daha salak değil miyim?!


27.05.09

iyilik-sağlık

İki çocuk var aklımda. Geniş, upuzun bir yol olan dünyanın kenarında oturuyorum onlarla. Önümüzden insanlar, evler, arzular, düşler, mevsimler, arabalar geçiyor. Akşam çöküyor sonra, dünya ışıklarını yakıyor. Duyuyorum sesini, kokusunu. İşte çocukluğumdan kopmuş bir ilkyaz daha beni sınamak için geliyor. İçim hafifliyor. Bulunduğum bu yerden başka özlediğim ve gideceğim hiçbir yer yok, artık biliyorum. Bundan emin olunca içimdeki hırs yatışıyor, serinlik başlıyor. Yanımdaki bu iki küçük çocuğa sarılıyorum. Garip bir umut ve derin bir sevgi filizleniyor içimde.

Birgün onların kendi aralarında ne konuştuklarını anlayabileceğime inanıyorum. Birgün dönüp bana bakacaklarını, benimle konuşacaklarını hissediyorum. Bekleyebilirim, yıllarca bekleyebilirim onları...

Kaybolmaktan iyidir bu bekleyiş...

Kaybolmaktan iyidir...

İyidir...

İyidir...


16.06.1998

Tak Tuk!

Asil ruhumun en çok kızdığı asıl ruhumla ben, bir akşam vakti kaldırımlardan yansıyan topuk sesleri eşliğinde didişmekteyken zamanı yarmaya didinerek... Ve asil olanla ittifakta kararlıyken asıl olana karşı ve donan vitrin camlarından bizi izlerken asıl olan, susmamaktan kuruyup çatlamış boğazlarımız susamış, ince boyunlarımızdan inceleyerek geçen gölgeler eşliğinde akşamı kanırtarak kanıtlanmış suçluluğumuzun elinden, bir barda bir bardak su içtik suç işler gibi.



Sandıklara kapatılmış sandığımız ellerin el izleriyle donanıp donacak anlık anıların, -o anılar ki bir çarşamba'nın eşelenmekten dağılmış eşiğinde duralayıp durmaktalar- ipsizin birinin ipine çarşaf çarşaf asılmış, asıllarıyla suretleri yan yana yanarken, külliyen kül olmadan yoklamasını aldık yoksun kalmasınlar diye...



Gözlerimizde, başkaldıran başkaları tarafından tarafsızca gözetilmiş, keskinliğinin kesinliği test edilmiş, onaylanmış testere bakışlarla bir girdabın girişinde ve gelişme ve sonuç paragrafları yazarken gelecek yazlara dair arkamızda bıraktığımız herşeyle arkadaş kaldık...



Farz ederken farkettik ki; gün ışığından daha fazla yararlanmak adına açtığımız perdelerden elimizdeki perlere, yaktığımız güneşlerden yakındığımız yaklaşımlara kafa tutarken, tutulduğumuz, tuttuğumuz hatta tutturduğumuz şeylere yapay ve yapışkan bir yanlışlıkla yandaş olduk...



Beti benzi atmış beter ataklardan arta kalan adsız adaletlere adledilmiş, kurtlanmış aşkları kurtarmak için, için için debelendik debdebeyle...



Kapattığımız her kapıya kapıldıkça dahasını istedik kapatmak için. Fazla genleşmiş bir fazda genele yayarken içimizdeki yaylım ateşini ve koşar adımlar atmaya koşullanmışken zoraki zorbalıklarımıza, kaçtığımız her şeyi üstüste dizip, dizüstü çöküp başkalaştık. Başkasının baş kaldırısına kalmak yerine kalıcı bir kayıtsızlıkla cevap verirken, güdümlenmiş bir gündüze yasaklanmış yaslarımızla yol aldık...



Hepimiz yolda kaldık...

















02.02.09