22 Tem 2009

Kabus

Gece... Gece... Gece...

Kuaförümdeyim. Saçlarım yapılıyor. O gece yeni bir yıla girecekmişiz ama bu yıl değilmiş. İstediğim gibi olmuyor saçlarım, ağlamaya başlıyorum. Kapı çalınıyor,bir müşteri olsa gerek... O giriyor içeri, aynadan görüyorum. Ben ağlıyorum hala... Ağladıkça saçım düzelmeye başlıyor, beğenmeye başlıyorum. O koltukta oturmuş gazete okuyor, aynamdan görünüyor. Beni almaya gelecek biri var. O biri beni böyle ağlamış görmesin istiyorum, makyajımı düzeltmeye çalışıyorum ama onun olduğu aynada yapmaya çalıştıkça gözyaşlarım akmaya devam ediyor, yapamıyorum bir türlü. Başka bir aynaya geçiyorum, o yer değiştirip gelip o aynanın görüş alanına giriyor. Sinirleniyorum. "Git" diyorum ama kendi sesimi duyamıyorum bir türlü. "Git" dediğimden eminim ama sesim çıkmıyor. Tekrar tekrar söylüyorum ama yok... Sesim yok... Etrafa bakınıyorum, kimse oralı değil. Gözyaşlarım durmuyor, sesim yok... Bağırmaya çalışırken uyanıyorum, yastığım sırılsıklam...
Artık bütün uykulardan dönüş rotam aynı...
Kan-ter içinde uyandığım kabuslar kadar gerçek olabilir ancak taze, pürüzsüz, el değmemiş bir sabaha uyanmak artık. Geçmiş zaman kiplerinde yitirdiğim eski bir dostu aramak ne kadar anlamsızsa, o kadar anlamsızdır herşeyin eskisi gibi olabileceğini ummak. O hep orada olacaktır, ben hep burada ama geçen zaman bizi öyle değiştirecektir ki bir sonraki karşılaşmamızda tanınmayacak halde olacağımızdan, bu defa aynı yoldan yanyana yürüyüp, geçip giden iki yabancı olarak kalmak değiştirilemez bir kaderin kaçınılamaz bir oyunudur ikimize.
Ruhumuzun en esaslı parçası bu eylemsizlik içinde hapsolurken ancak diğer parçalarını yanımızda taşıyabileceğizdir sebeplerin sonuç değil, sonuçların sebep olduğu o yolda yürürken...

Derim kalınlaştıkça ruhum yaralanıyor, delik-deşik...

05.02.09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder